19 Temmuz 2013 Cuma

Bir tane doğru var onu da bunlar biliyor


Günümüz değişim hızında bilginin ne kadar çabuk yıkanıp durulandığını gördükçe kimileri için var olmanın nasıl bir utanç kaynağı olabileceğini düşünüyorum. Sahiplerinden elalan ama aldığı eli sadece sahiplerine itaate, sorgusuz sualsiz biat etmeye borçlu olan bu elalmışlar bildikleri bir tek doğrunun (bildikleri de şüpheli ya neyse) tek doğru olduğuna inanıp o doğruya da sahip olmanın mutluluğu içerisinde yaşayıp gidiyorlar. Ne güzel değil mi? Hangi konu olursa olsun ister tarih ister tıp ister güzel sanatlar… bir tane doğru var onu da bunlar biliyor daha başka ne olsun ki? Bir insan hayatta ne kadar daha yükseğe ulaşabilir ki?

Bilinen herşeyin doğruluğunun tekrar tekrar sırf keyfine bile olsa bir daha bir daha sorgulandığı bir dünyada, elaldığı efendisinin bilgilerini nasıl olsa efendim sorgulamıştır o yapmamışsa bir başkası yapmıştır diyerek mi, yoksa bunlar sorgulanamayacak kadar önemli konulardır diyerek mi yoksa sorgulamanın ne olduğunu dahi bilmediklerinden mi bilinmez hiç sorgulamadan, ağzı dışarıdaki şişe misali denizin yüzeyinde salınıp duruyorlar. Her bulan içinden define haritası çıkacak zannediyor ama beklemiş suyun ekşi kokusunu alan daha uzağa fırlatıyor.

Bu durum ne yazık ki eğitimde de böyle...(cümleyi bitirince derin bir iç çektim üzülerek)   

Öğrencilerin hazırlandığı, donatıldığı dünyanın bilgileri pratikleri, enstrümanları hergün rakamlara dökülemeyecek hızda değişirken ne tek bir doğrunun ne de tek bir prensip tanımının geçerliliği iddia edilebilir. Zira aynı konu başlığında tek bir parametre değişimi sonucu hatta sonuca giden işlemleri dahi değiştirir. Aksini söylemek, ancak dogmatik din inançlarında ve pozitif bilim kuramlarında (bir de şu sözünü ettiğim elalmışların eğitim müfredatlarında ve ders işleyiş modellerinde) görülebilecek katı dayatmalara yol açar; bu da gereksinim duyulan güncelliği imkansız kılar. Güncel olmayan her türden bilgi mesleklerin gelişim seyrine zıt, otorite temelli, değişim karşıtı birer 'dayatma' dır ve bilginin kendisini varlığını sürdürme sorunu ile baş başa bırakır. Çoğu zaman, bu elalmışların sahiplerinden edindikleri bilgiler kendilerince fenomenleşerek empoze edilmeye çalışılır, ve fenomenlerle işleyen akıl dogmatiktir.

Hemen hemen her öğrencinin bildiği farkettiği ve kendi arasında konuştuğu bir konuya dönelim; elalmışların efendilerinden ferman olarak aldıkları bilgilerin, “bu böyledir, böyle olduğu için öğrenmeniz gerekir, niye öğrendiğinizi sormayın” (çünki ben de bilmiyorum :P) mantığı ve yaklaşımı ile vererek eğittikleri (yine gülesim geldi) “kuşku duymadan”, “sorgulama yapmadan” okuduğu her metne, söylenen her söze, ileri sürülen her düşünceye inanmasını istedikleri öğrencinin “hür düşümesi” ve “bilgiyi kullanması” mümkün değildir. İşte bu eğitim sonucu “sorgulanamaz” ve “ tek doğrulu” fanatikler her kesimde egemen hale gelmektedir.

Diğer taraftan, hep cevabı belli sorular sorularak ve hep sorusu belli olan konular öğretilerek ve bilhassa sadece sorulan soruya cevap almak amacıyla eğitilen öğrencimizin zihnen “şartlanmasının” yolu açılmakta; böylece “ idaresi kolay”, inisiyatif kullanmaktan ve muhakeme etmekten yoksun, “itaatkar bireyler” haline getirilmektedir. Böyle yetişen insanları, (bkz. %50’nin eğitimlileri) kendi aklının sahibi olamadığı (açık ve esnek bir zihinle değil, fikir kalıpları ile düşündüğünden) için hep “başkalarının kuralları” yönetmektedir.

Akıl-uygulama merkezli yaklaşım, uygulamalı ve teorik konular arasındaki ilişkinin hayatiyetini, canlılığını savunmaya ve ve muhattabın ikna edilmesine imkan verir. Bu imkan, kuşkusuz, öncelikle öğretenin konusuna “uzmanlığına” ( uzmanlık deyince gülesim geldi de ) ilişkin hayati sorular yöneltmesine, elaldığı sahibinin notlarına ise güncel bir form kazandırma gayreti içine girmesine neden olacaktır. Bu noktada, 'hayati soru yöneltme' merkez noktayı oluşturmaktadır. Çünkü, eldeki ferman misali kuşaktan kuşağa aktarılmış eski bilgiye bir güncel form kazandırma çabası içine girildiğinde, eski bilgi zaten sorgusuz sualsiz verilmiş olduğundan, dogmatik bir sorunun çözümünde başvurulan akıl-merkezli kanıtlar, yine akıl tarafından çürütülebilir; ya da değerli görülmeyebilir. Bu durumda öğrencinin, çalıştığı teorik veya uygulamalı konu içerisinde, gerçek hayatta kullanılabilir bir bilgi araması elbette en doğal hakkıdır. Çünkü, varlığının bir amacı olduğunun bilincinde olan her özne, eğitim sürecinin kendisine kattığı bilgilerin ve, eğer varsa yeni bakış açılarının da farkındadır.

Değişime kayıtsız kalmaması gereken meslek eğitimi, önce yaşamın içinden gelmelidir. Yaşamın içinden gelmeyen bir müfredat, özellikle yararlı ve tutarlı bilgi verme konusunda başarısızlığa mahkumdur. Günceli takip eden bir eğitimin içeriği iki zıt gibi duran ama paralel olmasa da aynı doğrultuda olan etkenle beslenmelidir. 1- içsel dinamiklerle sorgulanan çevre 2- temel kabul edilen a priori prensiplerin günün çevresel dinamikleri ile sorgulanması..

Buradan bakınca, birbirini tamamlayan ve varlığını sürdürme sorunu yaşayan tüm eski bilgilerin ve bu bilgileri aktaran elalmışların düşünce üretmeyi öğrenmek ve öğretmeyi toplumsal bir varlık gereksinimi olarak görmeleri gerektiğini düşünüyor ama bırakın bu noktalara gelmelerini şu son cümleyi bile anlamayacaklarını bilip başka tarafa bakmayı yeğliyorum. Zira onlara sorsanız bu yazıyı kendilerine iltifat, hatta dünyada (dünyalarında) bulunan herşeyi kendilerine iltifat kabul edecekerdir, bir cümlesini bile anlamadan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder