14 Temmuz 2013 Pazar

Anlatmak mı kabul ettirmek mi?


ANLATMAK MI KABUL ETTİRMEK Mİ?

Bir zamanlar 323 no’lu atelyede heyecanla toz pastel kazıyan, çizdiği herşeyi zihin mucizesi sanan, hayal dünyasında yaşayan mutluluğu hocalarının evet olur sözlerinde arayan saf çocuklardık. Bi’ yeri acıdığında annesinin öpücüğü ile iyileşen çocuklar gibi; proje dersi sonrası uykusuzluklarımız yorgunluklarımız geçer, eleştirildiğimizde ise arkadaş tesellisi devreye girer gene yoluna girerdi herşey... zaten herşeyden vazgeçme kapısı da açıktı herzaman…… Bizden birkaç sınıf büyükler kadar bilgili olmamızla gurur duyar hatta onları eleştirmek sanal statü atlatırdı bize. Mezun olmazdan az evvel çalıştığımız yerlerde patronlarımız ve hatta asgari ücretle çalışan ustalarımız bizi kağıt dünyasının hayali projelerinden alay ve aşağılamayla uzaklaştırdığında okulda verilmeyen bilgiler zihin kütüphanemize öyle bir boca oldu ki  öğrenciliğe dair tüm hatıralar ve fotoğraf çerçeveleri kendiliğinden kalktı toparlandı kolilere girip çatı arasına kaçıştı. O kütüphane de zaten artık yok….. herşeyi harddiske aldık kütüphanenin yerine de 2 berjer (ne demekse) koyduk güzel oldu valla… Bütün eğitim boyunca Pasolini filmlerindeki masumiyet teması gibi el üstünde tutulan sunum-anlatım tekniklerinin de meslek dinamikleri içerisindeki konumu mesleğin gelişimiyle epey değişti. Bakanın hayal gücüne yaslanan seyirlik hileler, gelenekselci küçük grupların (kaldı kaldı merak etmeyin hala var hem de inanamayacağınız yerlerde) alışkanlıklarını ezip geçince ve doğruyu yalnızca doğruyu söyleyince iyice çekilmez oldu. Ah şu gelenekselciler öyle yanlış şeyleri öyle yanlış argümanlarla savunuyorlar ki onlarla tartışmayı geçtim söylediklerine kulak misafiri olmak bile yoruyor artık. Hala kağıt ebadı, hala paspartu, hala cetvel gönye hassasiyeti türküsünü utanmadan söyleyenler bir de söyleyemeyen ama ıslıkla çalanlar var ya herhalde mesleki anlamda çağımızın vebası desem yanlış olmaz.
Bugün, bir yöntem, bir tarz icat etme labirentine düşmeden; geçmişten birikimden tarihten yararlanmak kesinlikle gereklidiri en çok biz söylerken biteviye güdüsel düşüncelerin (fikir demiyorum dikkat ederseniz) girdabında sürüklenen döneduran ve döngüsel hazlar içinde kendini tatmin peşindeki bu küçücükler hiç birşeyleri yetmezmiş gibi bir de başımıza tarz diye birşey sarmaya çalışıyorlar ki en fenası da budur dikkat edin...

Bu tarz dediğimiz şey herneyse o kadar gelişine ve tutarsızdır ki herhangi bir zamanda karşılaşılan durumlar bu tarz uğruna tarzın bizzat kendisini teatral ve emaneten durur hale getirir.

Küçücüklere göre tarz sahibi olma ermişlik ve erdemli görünme olsa da bana göre günümüz akıllı toplumunun ilk redetmesi gereken üretim tutumu olmalıdır bu... Lakin her ne kadar da bu şekilde belirtilse de acaba “tarzsızlığın erdem haline geldiği” bir koşulsuz ortam tasarlanabilir mi? Sakın bu sorumu bilimkurgu mecrasında veya herşeyin mümkün olduğu çizgifilmlerde olumlamayın. Her ne kadar tarzın bir “ahlaklılık” seviyesine yükseltilmesi söz konusu olsa da gelenekselcilerin argümanları en iyi haliyle ancak dini engizisyon tarafından ölüme mahkum edilen kurbanlara yapılan consolation kadar ikna edici olabilir benim gözimdeki günümüz tasarımcısı için. Göçebe bir zihin, unutarak yenilenen bir zihin özlemi taşıyor benim gönlüm ve eğitimci kişiliğim ve dahası doğasının dilini gününün dünyasına dahil etme ihtiyacı duyan bir hassasiyet arzuluyorum.

Bildiğini aktarsın veya bilmiyorsa da bilgiyi aktarsın diye eline not ve yoklama çizelgesi tutuşturulan ve tüm varlık gücünü bu erkinde bulan işbu küçücüklerin ulaşım ve dolayısıyla  kullanım alanının dışında kalmış, bu yüzden de göz ardı edilmiş ya da bastırılmış tavırların gün ışığına çıkartılmasıyla oluşturulabilecek bir hassasiyet teşvik ediyor tüm eğitim faaliyetlerim… Etik temellere dayalı bir “farkında olma” halinin reflekslerini oluşturmaya çalışıyoruz hep beraber dersimizin pratogonistinden figüranına tüm aktörleriyle. Kullanıcının halleri… teknolojinin imkanları…  çağın beğenisi… fiziki koşullar.. moral koşullar derken hangi birine yetişeyim değil hangisine ne kadar deyiyim diyen bir hali oluşturmanın çabasındayken işin belki en acı yanı, yeni anlatım modellerine güzelliklerini paylaşmak ve gelişmek için yaklaşmaya gerek duymayanların onu sınırlamak, üretenleri karalamak ve yıldırmak için aşırı çaba göstermeleri.

Bir gün gelecek ve bu küçücükler, konularıyla ilişkilerinde yeni dünyanın enstrumanlarını kullanmayı bir bahşetme olarak değil, içinde buldukları dünyada varolma, artık görmezden gelinemez olanı makul sınırlarda tutma çabası olarak görecek ve bu tutumları da onların son durağı olacak inanın. Zira 10 sene önceki bölüm toplantılarımızı hatırlıyorum da aaahhh ah, neler konuşurduk diploma projelerinin bilgisayarda çizilmiş olanlarını diskalifiye etmek üzere tespit edip rapor etmişliğim vardır.. Neymiş yaratıcılıkmış hatta hassasiyetmiş hatta daha da ötesi tarzmış. Sevsinler tarzınızı… Hani derler ya kendisi ne ki kerameti ne olsun, sizing tarzınız mı vardı da öğrencinizden tarz beklediniz. Bırakın da çocuk her dayattığınızı çizdiği projeyi bari kendi istediği tarzda anlatsın. Ama bir tarafta da hazır modeller, şablonlar, 3 boyutlu tarayıcılar, etkileşimli renk kartelaları var. Ne yapalım herkesi aynı temizlikte aynı kurulukta çıkartan bir yıkama programımız yok.. Yok da kullanılan araç ve yöntemlere, ve de araç ve yöntemlerin kullanıldıkları koşullara bağlı olarak hedeflenen ereğe kimi zaman ulaşılabilir, kimi zaman da ulaşılamayabilir; zira fiili uzamdaki her genişleme, sosyal ve teorik açıdan nüfuz edilmesi gereken yeni ilişki biçimleri ve ağları doğurur. Bu nedenle güncel olma zaten çoktan yaşanmakta olanın berisinde/gerisinde yeni bir uzamın inşasına soyunan manipülasyonun adı olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder