ANLATMAK MI KABUL
ETTİRMEK Mİ?
Bir zamanlar 323 no’lu
atelyede heyecanla toz pastel kazıyan, çizdiği herşeyi zihin mucizesi sanan,
hayal dünyasında yaşayan mutluluğu hocalarının evet olur sözlerinde arayan saf
çocuklardık. Bi’ yeri acıdığında annesinin öpücüğü ile iyileşen çocuklar gibi;
proje dersi sonrası uykusuzluklarımız yorgunluklarımız geçer,
eleştirildiğimizde ise arkadaş tesellisi devreye girer gene yoluna girerdi
herşey... zaten herşeyden vazgeçme kapısı da açıktı herzaman…… Bizden birkaç
sınıf büyükler kadar bilgili olmamızla gurur duyar hatta onları eleştirmek
sanal statü atlatırdı bize. Mezun olmazdan az evvel çalıştığımız yerlerde
patronlarımız ve hatta asgari ücretle çalışan ustalarımız bizi kağıt dünyasının
hayali projelerinden alay ve aşağılamayla uzaklaştırdığında okulda verilmeyen
bilgiler zihin kütüphanemize öyle bir boca oldu ki öğrenciliğe dair tüm hatıralar ve fotoğraf
çerçeveleri kendiliğinden kalktı toparlandı kolilere girip çatı arasına
kaçıştı. O kütüphane de zaten artık yok….. herşeyi harddiske aldık kütüphanenin
yerine de 2 berjer (ne demekse) koyduk güzel oldu valla… Bütün eğitim boyunca
Pasolini filmlerindeki masumiyet teması gibi el üstünde tutulan sunum-anlatım
tekniklerinin de meslek dinamikleri içerisindeki konumu mesleğin gelişimiyle
epey değişti. Bakanın hayal gücüne yaslanan seyirlik hileler, gelenekselci
küçük grupların (kaldı kaldı merak etmeyin hala var hem de inanamayacağınız
yerlerde) alışkanlıklarını ezip geçince ve doğruyu yalnızca doğruyu söyleyince
iyice çekilmez oldu. Ah şu gelenekselciler öyle yanlış şeyleri öyle yanlış
argümanlarla savunuyorlar ki onlarla tartışmayı geçtim söylediklerine kulak
misafiri olmak bile yoruyor artık. Hala kağıt ebadı, hala paspartu, hala cetvel
gönye hassasiyeti türküsünü utanmadan söyleyenler bir de söyleyemeyen ama
ıslıkla çalanlar var ya herhalde mesleki anlamda çağımızın vebası desem yanlış
olmaz.
Bugün, bir yöntem, bir tarz icat etme labirentine
düşmeden; geçmişten birikimden tarihten yararlanmak kesinlikle gereklidiri
en çok biz söylerken biteviye
güdüsel düşüncelerin (fikir demiyorum dikkat ederseniz) girdabında sürüklenen
döneduran ve döngüsel hazlar içinde kendini tatmin peşindeki bu küçücükler hiç
birşeyleri yetmezmiş gibi bir de başımıza tarz diye birşey sarmaya çalışıyorlar
ki en fenası da budur dikkat edin...
Bu tarz dediğimiz şey
herneyse o kadar gelişine ve tutarsızdır ki herhangi bir zamanda karşılaşılan
durumlar bu tarz uğruna tarzın bizzat kendisini teatral ve emaneten durur hale
getirir.
Küçücüklere göre tarz
sahibi olma ermişlik ve erdemli görünme olsa da bana göre günümüz akıllı
toplumunun ilk redetmesi gereken üretim tutumu olmalıdır bu... Lakin her ne
kadar da bu şekilde belirtilse de acaba “tarzsızlığın erdem haline geldiği” bir
koşulsuz ortam tasarlanabilir mi? Sakın bu sorumu bilimkurgu mecrasında veya herşeyin
mümkün olduğu çizgifilmlerde olumlamayın. Her ne kadar tarzın bir “ahlaklılık”
seviyesine yükseltilmesi söz konusu olsa da gelenekselcilerin argümanları en
iyi haliyle ancak dini engizisyon tarafından ölüme mahkum edilen kurbanlara
yapılan consolation kadar ikna edici olabilir benim gözimdeki günümüz
tasarımcısı için. Göçebe bir zihin, unutarak yenilenen bir zihin özlemi taşıyor
benim gönlüm ve eğitimci kişiliğim ve dahası doğasının dilini gününün dünyasına
dahil etme ihtiyacı duyan bir hassasiyet arzuluyorum.
Bildiğini aktarsın
veya bilmiyorsa da bilgiyi aktarsın diye eline not ve yoklama çizelgesi
tutuşturulan ve tüm varlık gücünü bu erkinde bulan işbu küçücüklerin ulaşım ve
dolayısıyla kullanım alanının dışında
kalmış, bu yüzden de göz ardı edilmiş ya da bastırılmış tavırların gün ışığına
çıkartılmasıyla oluşturulabilecek bir hassasiyet teşvik ediyor tüm eğitim
faaliyetlerim… Etik temellere dayalı bir “farkında olma” halinin reflekslerini
oluşturmaya çalışıyoruz hep beraber dersimizin pratogonistinden figüranına tüm aktörleriyle.
Kullanıcının halleri… teknolojinin imkanları…
çağın beğenisi… fiziki koşullar.. moral koşullar derken hangi birine
yetişeyim değil hangisine ne kadar deyiyim diyen bir hali oluşturmanın
çabasındayken işin belki en acı yanı, yeni anlatım modellerine güzelliklerini
paylaşmak ve gelişmek için yaklaşmaya gerek duymayanların onu sınırlamak,
üretenleri karalamak ve yıldırmak için aşırı çaba göstermeleri.
Bir gün gelecek ve bu
küçücükler, konularıyla ilişkilerinde yeni dünyanın enstrumanlarını kullanmayı
bir bahşetme olarak değil, içinde buldukları dünyada varolma, artık görmezden
gelinemez olanı makul sınırlarda tutma çabası olarak görecek ve bu tutumları da
onların son durağı olacak inanın. Zira 10 sene önceki bölüm toplantılarımızı
hatırlıyorum da aaahhh ah, neler konuşurduk diploma projelerinin bilgisayarda
çizilmiş olanlarını diskalifiye etmek üzere tespit edip rapor etmişliğim
vardır.. Neymiş yaratıcılıkmış hatta hassasiyetmiş hatta daha da ötesi tarzmış.
Sevsinler tarzınızı… Hani derler ya kendisi ne ki kerameti ne olsun, sizing
tarzınız mı vardı da öğrencinizden tarz beklediniz. Bırakın da çocuk her dayattığınızı
çizdiği projeyi bari kendi istediği tarzda anlatsın. Ama bir tarafta da hazır
modeller, şablonlar, 3 boyutlu tarayıcılar, etkileşimli renk kartelaları var.
Ne yapalım herkesi aynı temizlikte aynı kurulukta çıkartan bir yıkama
programımız yok.. Yok da kullanılan araç ve yöntemlere, ve de araç ve
yöntemlerin kullanıldıkları koşullara bağlı olarak hedeflenen ereğe kimi zaman
ulaşılabilir, kimi zaman da ulaşılamayabilir; zira fiili uzamdaki her
genişleme, sosyal ve teorik açıdan nüfuz edilmesi gereken yeni ilişki biçimleri
ve ağları doğurur. Bu nedenle güncel olma zaten çoktan yaşanmakta olanın
berisinde/gerisinde yeni bir uzamın inşasına soyunan manipülasyonun adı olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder