Kendi düşler, beklentiler ve
umarlarımızın sınırlarını belirlediği ve kendimizden başka hiç kimsenin
varlığını bilmediği ama bizim, varlığından şüphe duymadığımız haritada ise
yerini hiç bir zaman gösteremediğimiz adeta yüzer bir ada olan gittikçe büyüyen
ülkemiz, toprağımız bizim krallığımızdır. Böyle belirlersek krallıklarımızın
sınırlarını, sınırın kendiliğinden esnekliği hatta sınırının sınırsızlığı ve
haritayla belirlenemeyişi her gün yeni haritacı ve plan koteci gerektirmesi de
doğal olarak içindeki değerlerin göstergesiz ve görece değerleri üzerinden
belirlenmesindendir diyebiliriz. Bu krallığın yönetiminde varlığımızı
kendisiyle değiştirebileceğimiz ya da biraz daha megalomanyakça ama gerçekçi bir
yaklaşımla varlığımızı varlığıyla eşleştirdiğimiz süreksiz şeylerin az da olsa
piyasa değerleri üzerinden güç sistemimizi ya da kolluk kuvvetlerimizi
oluşturmak en büyük hatamız oluveriyor. Sorsan ülkeyi yönetecek beceride olup,
yanında bir çırakla basit bir bakkalı bile idare edemeyecek durumda olan
insanların kendi krallıklarının da farkına varmaları, farkına vardıktan sonra
(varamıyorlar ya hadi diyelim vardılar) o krallığı yönetmeleri doğru kolluklar
doğru idari kadrolar ve stratejiler üretmeleri mümkün mü? Kimse krallık
müessesesini sadece haremlerden ganimetlerden ve oburca yenilen ziyafetlerden
ibaret sanmıyordur herhalde…. Savaştan kaçınmayan, zaferlerle onurlanış ama
yenilgilerle de güçlenmiş, maceraya, tehlikeye hatta acıya bile gereksinmesi
olan, az sevilen çok seviliyormuş gibi görünen, zorlayıcı ve kararlı adamın
işidir krallık. Kendi kendimizin iç kuvvetlerinden de oluşsa her zaman her
krala karşı bir muhalefet vardır gizliden gizliye, ve aslında en zorlu
muhalefettir kendi içimizden kendi dürtülerimizle oluşan muhalefet. Tüm bu
olumsuz koşullara, üst yönetimin sert havasına sıkıntısına stresine de
katlanmanın yolu eğer krallıktan vaz geçmeyeceksek ya kafayı güzelleştirmek ya
da ayık kafa önkoşul olduğu durumlarda olsa olsa cariyeler olur heralde.
Dionizyak bir ruh haliyle sınırımın
içine doluşturduğum her türden tasarım ve nesneleşmiş tasarım ürünü cariye
tanımıma girer benim ülkemde. Bu yüzden karşımda gördüğüm ve ülkesinin kralı
diyebildiğim tüm kralların da böyle olduğunu varsayarım. Bu cariyelerin bir
kısmı işlerini öyle iyi bilirler ki (yaratılışları öyledir) kralının yanında
sırnaşıktır, çok fazla yaklaşmaz, fısıltılı konuşur duymak için kral ona
yaklaşır, sonrasında ise demin değindiğim gibi varlığını (verdiği hazla)
varlığıyla değiştirebilecek kadar sanal bir aleme götürür kralını.
O yüzdendir ki krallığa yeni
dahil edilmiş bir cariye belirli bir sure için gözde oluverir hemen. Bu karmaşık
dürtülerle, çevresindeki başka şeyleri ve herşeyi gözdesi üzerinden algılayan,
hisseden, önce diğer olanları küçümseyen sonra gene diğerleri gözdesi üzerinden
yücelten kralın yaşadıkları; ne kadar da yoğun, tarifsiz, sadece ruhhali olarak
adlandırılmaya yönlendiren, akılla biraz anlaşılabilir ama çoğu zaman
hoşgörülmesi gerekip akılsızlıkla suçlanan yaşama halidir. (deneyim desem değil
tecrübe desem değil kelime bulamadım yaşama hali diyebildim) Ah şu gözdeler sahip
oldukları kuşatıcı özelliği anlamaya çalıştıkça kendisinden soğuturken, bir
yandan da kralının ruhundaki boşluğu öyle hissettirir öyle reklam ederler ki; halk
kendi arasında kralıyla ilgili konuşmaya hurafeler yaymaya başlar. E ne de olsa
kraldır, edebiyatta bile yer bulamayacak türden yaşadığı bu tutkuyu, kimse
akılla, mantıkla yargılama işine kalkışamaz. Halk ancak kendi yaşantısına dair
tutkularını böylesi yoğun yaşamadığı ve yaşayamayacağı için mahkûm eder, yüksek
ego alçak ahlakla kendi küçük tutkularına yön verir, duygularına şartlar koşar ve
bu durum sonucunda gerçekleşecek tüm suçların yargılanmadan beraat ettiği
mahkemenin hem hakimi hem mübaşiri, hem sanığı hem de tanığı olur.
Hangi kral olduğu farketmez
ben hep gözde kalacağım….. Bu kral boşarsa başka kral bulurum, bu ülke olmazsa
baska bir ülke olur n’olmuş? Günümüzden 300 yıl önce söylenmiş olması olası bu
ifade; henüz yirmilerine varmamış sahibi genç kızı yadırganası bir fert yapar
mı? Yoksa o günün koşulları için gayet doğal bir var olma mücadelesi denip
önemsenmeyerek geçilecek bir ama bugün biri ya da bir meta böyle bir cümle
kurmayı geçtim; yakın bir düşünceyi aklından geçirse veya böyle bir anlam
taşısa manen darağaçlarını kurar her türden dışlama tedbirini alır mıyız?
Bu sorunun cevabı tasarımdaki
en kaygan öğe olan anlam’ a gelip dayanıyor bence. Tasarımdaki anlamı oluşturan
unsur tek başına tarif edilebilecek bir unsur olmasa gerek. Kanımca anlam
genellikle bir çok etkenin birlikte kristalleşmesi sonucu oluşur ve oluşmuş
olan anlam çok zor çözünebilir ama muhakkak çözünebilir. Birleşim öğelerinin
değer kaymaları anlamın da değerinin değişmesine sebep olabilir. Bu da
krallığımızdaki gözdelerin zaman zaman yer değiştirmesine sebep olur ki bu da
krallığa sahip olmanın tadı tuzu değil midir? Belirli koşullarda bir cariyenin
diğerinin sınır dışı edilmesine bile sebep olur ama o cariye de bilir ki
sürekli gözde olması pek mümkün değil. Başta zaman faktörü olmak üzere yeni kelimesinin (yazarken bile cana
can katıyor) taşıdığı taşıyabileceği tüm anlamlar gözdeyi gözden düşürüp başka
bir cariyeyi gözde yapmaya yetmez mi?
Krallığımızın sınırları
esnektir demiştim ya hani yazımın başında; bu sınırların her hareketinde
anlamlıların anlamı değişmek zorundadır. (aslında bu durum karşılıklı etkileşim
nedeniyledir ya neyse o başka bir yazı konusu…) Belirli durumlarda ülkenin bir
bölümünde bastırılan bir isyan, alınan politik bir karar veya kraliyet ailesi
içindeki ailevi bir tartışma kralın kuvvetini göstermesini, bu da daha ileride
olması muhtemel başka bir olaya karşı koymak için daha da güçlenmesini
gerektirir. Kral eğer kendi kaderini yazma işine koyulmuşsa ve krallığının
gücünün farkındaysa krallığında kendisinden başka hiçbir gücün egemenliğine
izin vermeyecek ve gözdelerini değiştirme yoluna gidecektir.
Günümüzün kapitalist ekonomisini mi anımsattı size de?