Hepimizin hayatında nedenlerini kaybetmiş bir çok
insan olduğu gibi nedeni hiç olmamış ya da üzerine iliştirilmiş nedenleri
çoktan sıyrılmış bir çok tasarım vardır. Gönlümüzde ya da herneremizdeyse
oramızda bir yer edinip coşkularımıza hükmeden herhangi bir tasarımın etki
alanına karşı konulduğunda hırpalanmayışımız tasarımın, hırpalanışımız ise
bizim açığımızdır. Gönlümüzdeki coşkuların üzerini örtmek istediğimizde ilk
yapacağımız iş; bu coşku çıkıntılarının üzerine moloz dökmek olacaktır. Bu molozu
elde etmek içinse ya gönlümüzden bir yapıyı yıkacak ya da gönlümüzde bir küretaj
yapıp hafriyat çıkartacağızdır. Bu eylem ve yanetkileri zamanın dakikalarla,
ağırlığın kilolarla, sevginin karşılıkla ölçülmediği zamanlarda yani çocukken
çok daha kolay olup açıklarımız nitelik ve nicelik olarak çoğaldıkça
zorlaşmaktadır.
Tasarımların (ki çoğu zaman çevremizdeki insanlar da
bizim tasarımımızdır ama bu konuyu belki başka bir yazıda açarım) varlık
nedenleri hemen hemen herzaman bizler için birer algı kalıbıyken ya da bizim algı
kalıplarımızken asla bu kalıplar onların varlık şartı değildir. Zira “bu neden
var?” sorusuna verdiğimiz cevap (artık o herneyse) varlığının sebebi sorgulanan
tasarımın var olması için bir önceki soruya verilen cevabın olması şart veya
gerekli değildir. Bir tasarım (veya bir insan) (galiba hayatımızdaki insanların
neden bizim tasarımlarımız olduğunu yazmam mecburileşiyor) şu ya da bu sebeple
hayatımıza girmiş ancak artık işlevini yerine getiremiyor olabilir, bizim de o
tasarımı hayatımıza sokma gerekçelerimiz, nedenlerimiz değişmiş olabilir, ama
onu hayatımızdan atmamışızdır, o hala vardır. Dolayısı ile hayatımızdaki
tasarımların varlık şartı onların varlık
nedenleri olan algı kalıplarımız değildir.
Bir kez varolduktan sonra ne kendi gidebilen ne de
gönderilebilen bir tasarım kimilerimiz için ne mutlu kimilerimiz içinse ne
acıdır ki anlama yetisi kadar işlev görür. Anlamayı keyif haline getirememiş
hatta geçtim, ilk bakışta kabak gibi görünenin ötesini kavramaya çalışmayı
zulüm olarak görenler için bir dünya tasarım ve seçenek…Geviş getirirken bile
yiyecekler mideye önce iner biraz öğütülür sonra tekrar ağıza gelip çiğnenir ve
yutulur ama bazı tasarımlar gevişe bile müsait değil sadece ağızda şöyle bi’
dolandırılıp tükürülebiliyorlar. Ağızında kalan tadı tokluk sanan demin sözünü
ettiğim anlamanın keyfinden yoksun zavallı ise mütemadi bir açlık içerisinde
fakat açlığından bihaber kendini ‘carpe diem’ ülkücüsü zannediyor.
Tasarımlarımız ve tasarladıklarımız ve hatta bir
şekilde elde ettiğimiz tasarım ürünlerimiz
gönlümüzün zenginliği hiç kuşkusuz. Ama hani derler ya; zenginlik bağırır
asalet fısıldar diye, zannediyorum reddettiğimiz her ne varsa onlar da
asaletimiz. Zira ne var ne yok tıkıştırılmış bir gönlün zenginliği biraz önceki
geviş kadar bile etkisi olmayan ağızda tat bırakmadan öteye gitmez. Bir süre
sonra içine dolan tasarımların bekçisi yapar efendisi olmayı tadamamış o
zavallı gönlü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder