27 Eylül 2013 Cuma

Günlük hayat asalakları


Yeni bir eğitim öğretim yılı daha başladı başlayacak… Günlerce fırtınalı denizlerde yelkenliyle yol almış da ellerinin parçalanmış derisi okyanusun tuzuyla dağlanmışcasına, geldiği açık denizdeki fırtınadan uzak sığındığı ya da vardığı limanda sadece kendi yelkenlisinin hışırtısını duyarcasına dinlenmeye geçmiş ve bir o kadar da taze umutlarla keşfe çıkacak yenilerle dolu eski sınıflar… sınıflardan daha eski mi bilemem ama daha yıpranmış olduğu kesin bilgileri aktaran ses bile diyemeyeceğim nefesler ve kırılan hayaller umutlar; hepsi hepsi 3 ayı geçmeden eskiyecek olan duvar boyaları, konuştukça anlattıkça görünecek kelden, çıkacak foyadan daha dayanıklıyış dedirtecek yenilere…kim nediri çok ama çok net gösteren dedikodular sayesinde yılbaşını görmeden kolayca ulaşılabilecek olanı aktaranlara da diyecek ve koyacak ama onlara hiçbir şey olmayacak rahatsız bile olmayacaklar hatta düşünmeyecekler bile başka türlüsü olsa mıydı keşke diye…

Birilerimizden birileri  anlam uzlaşmazlıklarının ancak otorite baskısı ile sineye çekilmesi sonucu elde edilebilecek kendince zaferi bilgililik ve bunca yıllık tecrübeye bağlarken gene aynı birilerimizden farklı birileri de öğrenciye kendisi olabilmesi, karşımıza bilgi ile dikilebilmesi, bir müddet siperlerinde müdafaaya imkan tanıyacak silahlarını edinmesi için kabuk bağlatacak ya da en azından deri değiştirtecek… Bu arada narkoz verenler de olacak ama onların dozu zaten çok düşük olacak, zaten yan etkisi olmayan uyku ilaçları kadar etki ediyor olacaklar… ne var olacaklar ne de yok…  rahat olayım diye ütülenip ruhunda hiç kırışığı olmayanları, yüreklerinin sinir dalgalanmalarını adeta regülatörle düzenleyip sunanların da iki kelime konuşmaya bile yürekleri yetmeyecek bir iki damla su sığındıkları en derin liman olacak. Bir de ibresinde ölçü olarak; küçük yaşantılarının basit menfaatleri bulunan, vicdan terazilerinin bir kolunda güçlü olana yalakalık becerisi, diğer kolunda güçsüze saldırma güdüsü ile uzaklarında bir yerlerinde bir monokordla çalınan monofonik, monotonik bir battaglia eşliğinde her işi bitene, çekip gittikten sonra arkalarından iyi ki gitti diyenler var. O zavallılar en ufak bir fikir dalgalanmasında batacak bir takanın kürek mahkumları… sevdiğim bir adamın lafıyla; nabucco’daki kürek mahkumları bunların yanında isviçre konsolosu gibi kalır… Gövdelerinin salgıları beyinlerini ele geçirmiş olan bu etçil yaratıklar, insan yetisinin ve kimlik yeterliliğinin önünde engel olabilecek ne varsa hepsini çok iyi becerebilenlerdendir. Akılları sıra yaralamaya çalıştıkları bünyeleri yaralamaya kalkışacak kadar dahi yürekleri olmadığından çok çok bir iki çizikle kaşındırabilecek olan bu sürüngencikler kendi doğuştan yaralarının cerahatini de berekettir deyip yalar yutarlar hiç şüpheniz olmasın…

Ezberleri lokomotif yapıp yaşantısını önce vagonlara sonra kompartmanlara bölmüş ve bir de bu durumdan da sanki başkaları sorumluymuşcasına şikayetçi olan günlük hayat asalakları için, ileri bir hareketin güdüsü hep daha önceden denenmişten, bir öncekinin söylediğinden ve herkesçe bilinebilecek olanı bilmekten geçiyor.

Süslemeyi bile beceremedikleri, hindi kabarıklığı sandıkları kamburlarına acıyarak bakıyorum bakmasına ama kimilerimizin varlıklarıyla büyük açıkları kapattıkları ne yazık ki bu aynı düzlemde ancak arayanlara ayan olabildiğimiz bir kamuflaja çeviriliverdik ki zaten baştan beri hesaplar da bunun üzerineydi…   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder