2 Eylül 2013 Pazartesi

Geçici gerçeklikler ve değişim




Kafam gerçekten güzel… Eve gidişim de tıpkı kırk yıldır şu şehire ve yaşantısına bakışım gibi ezbere ve risksiz… o da güzel…. Kusursuzluğun gerçek anlamının hiç kusuru olmama hali olmadığını kabul ettiğim günden beri (ki o gün ne zamandı kaç yaşındaydım hatırlamıyorum) evime, değişmenin aslında pek de değişmek olmadığını hatta hiç değişmemek olduğunu kabul ederek gidiyorum. Çok da zorlamamak lazım aslında ama değişen şeyler görüyorum gerek gözlüksüzlük gerekse hafif çakırlıktan zorlukla seçtiğim detaylarda, muhtemelen eve gittiğimde klavyede yanlış tuşlara basarak yazacağım ve sonradan redakte edeceğim şu düşüncelerimi telefonuma sesli kaydederken bile tamamlanmamışlıklar ve bu tamamlanmamışlıklara yaslanıp kah bu tamamlanmamışlıkla kamufle olan kah tamamlanmamışlığı kamufle eden değişimleri gözlemliyorum.

Ekonomik gerekçelerle metalardaki değişimi anlayabiliyorum, zira gerek günümüz yaşam modelleri çeşitliliği, gerekse çok katmanlı kimlik mecburiyetlerinden kaynaklı beklenti taşkınlığı, günümüz tasarım-üretim ilişkisi sonuçlarını; ekonomik, teknolojik ve estetik gerekçelerle karşılıklı olarak yetersiz kılıyor. Üretilenin; makyaj yeniliği sunmasına karşın üretildiği anda eskinin reprodüksiyonu olması nedeniyle eskimiş yeni olduğu hallerin kent, konut, hayat ölçeğinde belgelendiği bir yaşam çevresinde yaşıyoruz. (Ne kent diyebiliyorum ne köy…. milyonlarca tavırsız ve tanımsızın yaşadığı bir tanımsızlık ortamı) Değiştiği için anlatılamaz olan mı yoksa değiştiği için anlatılmalı olan mı bilmiyorum geçmişimizin izleri değişimin zımparasından sonra yeninin son katı vurulunca iyice silikleşip yok olmaya yüz tutunca değişim iyice kolaylaşıyor galiba. Kimliği oluşturan kalıntılar gidince modifikasyon kolaylaşıyor kuşkusuz. Değiştirilebilir parçaların çokluğu yüzey zenginliği ve farklılık yaratıyor zannettirirken acaba bir taraftan da sanki iskambil kağıdı gibi aslında aynı değeri taşıyan rakkamların ya da resimlerin hepi topu 4 tanesi mi var destede?

         Geçici gerçeklerimizin tamamlanmamışlıkları yüzünden midir, tamamlanıp da artık açlığa aç kalmışlıktan mıdır bilemem bir değiştirdir gidiyor. Mehmet Ali Erbil’in tam da toplumun güncel zekasına uygun programlarla; hiç olmayı farklı olmaya yeğleyen, kendi varlığını daha değerli olduğuna inandığı başka varlıklara adayan salaklar olduğumuzu yaptığı programlarla kendi kendimize ilan ettirdiği 90’ların başları gibi. Herifin biri kargadan beter sesiyle (vaaallllahi karga sabahları öyle ahenkli ötüyor ki biraz dinleyince çirkin ama zeka ürünü olduğu kesinlikle anlaşılıyor, youtube’dan bakın bunlarınkinde zeka da yok) bir şarkı söylüyor eğlence sunucusu da değiştir diyor herif başka şarkı söylüyor??? Bu nedir abi? Bunu niye seyrettik biz? Bunu seyreden insanların herhangi bir şeyi akıl mantık süzgecinden geçirmesi mümkün mü? Herhangi bir şekilde bilimsel düşüncesi olabilir mi? Gerçi şu da var; bugünden oturup 20 yıl öncesini hicvetmek kolay da sanki bugün başka türlüsü mü oluyor? HAYIR. Yarın başkası mı olacak? HAYIR. Çoğu insanın demin de söylediğim gibi geçici gerçekliklerinin tamamlanışı (görece tamamlanışı) çok acıklı gelmiştir bana… her tamamlanışlarında başka bir özlem vardır zavallıların….(biz zavallıların).. kimisi bir mücevhere, kimisi bir arabaya özlem duyar da arabası olunca ne kadar da yetersiz gelmeye başlar bir zamanlar güneşi doğmak üzere olan gecenin çiği nasıl sahildeki heryeri ıslatıyorsa, o özlemin ıslattığı hayatındaki her detayı… Sonrasızlığını değil de kıyaslamalı sonrasını hayal eden şapşallar olarak değiştir dendikçe değiştiren yarışmacılardan ne farkımız var? Sonunda kutumuzu açmayı teklif eden,(J) elinde mikrofonuyla bir eğlence sunucusu bulunuyor muhakkak. Sunucu yoksa da kendisine doğru konuşacak bir mikrofonu(J) biz buluyoruz, o da muhakkak.

Özlemlerini gidermek için koşup yakalayıp üzerine oturan oturganlar olarak ne zaman bir nesnenin görece değeri; kullanışlılığından çok gözlem değeri üzerinden belirlenmeye başlarsa o zaman o değerin yerçekiminin etkisinden de kuvvetli bir etkiyle (belki zihin itmesi) aşağılara doğru düşmesine seyirci kalıyoruz. Hatta bu hoşumuza gidiyor. Değişiyor, değişiyoruz ya…. Sadece nesneler için değil bir gülümsemesiyle kucaklayan, hiç varolmamışken bir anda varlığıyla pek çok tamamlanmamşlığı kamufle eden sevgilinin -mevcut kusurlarıyla mukim- kusursuzluğu da değişimden nasibini alır mı ne dersiniz? Değişmesi istenmese bile koşulsuz olan, geçici gerçeklik zemininde ölesiye sevilen ama artık geçmiş bir gerçekliğin sadece sembolü olabilen sevilmiş (sevilmişi; sevgili yerine kullandım zira sevgili şimdiki zaman kipinde geçerli olup ‘eski sevgili’ gene bugünü merkeze koyduğu için yeterince yansıtmıyor düşüncemi) ve seven bir dere yatağında coşkuyla sürüklenen su zerrecikleri gibi oynaşırken nasıl da güçlü, önüne çıkabilecek herşeyi sürükleyebilecek debiye sahip akıntıyla giderken, imgeyi okuyamamış olmanın, tüm tamamlanmamışlıklarına hadi hepsini geçtim birazına bile yüreğinde yer bırakamayanın kaderi değişimden başka bir şey olmayacaktı zaten ne sandınız? Az sonra tekrar buluşacaklarını bilerek, bir deltanın ağzında ayrılmış su zerrecikleri gibi, isteyerek ya da istemeden değişerek tekrar buluştuklarında beraberce değişmiş olsalardı belki katlanılabilir olabilecek olan ama beraberce değişmedikleri için artık katlanılamaz hale gelen iki yapıyı birbirinden ayıran da bu değişimdir, ya da değişmişin kutsanmış adı olan yenidir.

Yeninin sunduğu kullanım değerinden çok üzerine vuran ışığın kuvvetiyle oluşan ışıltısı, yani bizim gözümüzden görünen sahip olunma değeri sönükleşene kadar ya da bu ışıltı sönükleşmese de gözümüz alışıp göz bebeklerimiz yeterince küçülüp daha keskin görmeye başlayınca daha parlak bir yeninin gözleri ışıldatması ve kısa sureli körlüğü beklenir… Açlığa aç olan, tamamlanmış yaşam da bir yenisinin körlüğü ile kör topal devam eder işte böyle bir tanımsız mecrada….


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder