21 Ekim 2013 Pazartesi

Nedenleri kaybolmuş tasarımlar


Hepimizin hayatında nedenlerini kaybetmiş bir çok insan olduğu gibi nedeni hiç olmamış ya da üzerine iliştirilmiş nedenleri çoktan sıyrılmış bir çok tasarım vardır. Gönlümüzde ya da herneremizdeyse oramızda bir yer edinip coşkularımıza hükmeden herhangi bir tasarımın etki alanına karşı konulduğunda hırpalanmayışımız tasarımın, hırpalanışımız ise bizim açığımızdır. Gönlümüzdeki coşkuların üzerini örtmek istediğimizde ilk yapacağımız iş; bu coşku çıkıntılarının üzerine moloz dökmek olacaktır. Bu molozu elde etmek içinse ya gönlümüzden bir yapıyı yıkacak ya da gönlümüzde bir küretaj yapıp hafriyat çıkartacağızdır. Bu eylem ve yanetkileri zamanın dakikalarla, ağırlığın kilolarla, sevginin karşılıkla ölçülmediği zamanlarda yani çocukken çok daha kolay olup açıklarımız nitelik ve nicelik olarak çoğaldıkça zorlaşmaktadır. 
Tasarımların (ki çoğu zaman çevremizdeki insanlar da bizim tasarımımızdır ama bu konuyu belki başka bir yazıda açarım) varlık nedenleri hemen hemen herzaman bizler için birer algı kalıbıyken ya da bizim algı kalıplarımızken asla bu kalıplar onların varlık şartı değildir. Zira “bu neden var?” sorusuna verdiğimiz cevap (artık o herneyse) varlığının sebebi sorgulanan tasarımın var olması için bir önceki soruya verilen cevabın olması şart veya gerekli değildir. Bir tasarım (veya bir insan) (galiba hayatımızdaki insanların neden bizim tasarımlarımız olduğunu yazmam mecburileşiyor) şu ya da bu sebeple hayatımıza girmiş ancak artık işlevini yerine getiremiyor olabilir, bizim de o tasarımı hayatımıza sokma gerekçelerimiz, nedenlerimiz değişmiş olabilir, ama onu hayatımızdan atmamışızdır, o hala vardır. Dolayısı ile hayatımızdaki tasarımların varlık şartı onların varlık  nedenleri olan algı kalıplarımız değildir.
Bir kez varolduktan sonra ne kendi gidebilen ne de gönderilebilen bir tasarım kimilerimiz için ne mutlu kimilerimiz içinse ne acıdır ki anlama yetisi kadar işlev görür. Anlamayı keyif haline getirememiş hatta geçtim, ilk bakışta kabak gibi görünenin ötesini kavramaya çalışmayı zulüm olarak görenler için bir dünya tasarım ve seçenek…Geviş getirirken bile yiyecekler mideye önce iner biraz öğütülür sonra tekrar ağıza gelip çiğnenir ve yutulur ama bazı tasarımlar gevişe bile müsait değil sadece ağızda şöyle bi’ dolandırılıp tükürülebiliyorlar. Ağızında kalan tadı tokluk sanan demin sözünü ettiğim anlamanın keyfinden yoksun zavallı ise mütemadi bir açlık içerisinde fakat açlığından bihaber kendini ‘carpe diem’ ülkücüsü zannediyor.
Tasarımlarımız ve tasarladıklarımız ve hatta bir şekilde elde ettiğimiz tasarım  ürünlerimiz gönlümüzün zenginliği hiç kuşkusuz. Ama hani derler ya; zenginlik bağırır asalet fısıldar diye, zannediyorum reddettiğimiz her ne varsa onlar da asaletimiz. Zira ne var ne yok tıkıştırılmış bir gönlün zenginliği biraz önceki geviş kadar bile etkisi olmayan ağızda tat bırakmadan öteye gitmez. Bir süre sonra içine dolan tasarımların bekçisi yapar efendisi olmayı tadamamış o zavallı gönlü.

8 Ekim 2013 Salı

Neredeydi hatırlamıyorum, artık oradan da geçmiyorum


Neredeydi hatırlamıyorum….. Bildiği için dalga geçilen adamı hatırlıyorum da zamanını da inanın gerçekten hatırlamıyorum. Bilgisizin bilgisizliğini örtbas etmek için bileni sorguladığı, öğrenmek için değil de madara etmek için sorular sorduğu bir yerlerde tanışmıştım kendisiyle. Öğrenmenin tadını almayanların bilmenin de keyfini süremediği bir panayırdaydık ikimizde. Uzun zamanlar bir şeyi bilmenin ve de muhakkak o bilgiyi paylaşmanın bir sonraki bilgiyi edinmeye hak kazanmanın önkoşulu zannettiğim bir çadırda, bir bilgiye sahip olmak bir sonraki bilgiyi edinmeye mecbur olmaktır diye kulağıma fısıldadı.
Bilginin kendi içindeki örgüsü çalı gibi dururken bir zamanlar, bir anda bağ bahçe, kent ve imparatorlukları olduğunu fark eden bir başka adamı da ilk gördüğümde çok şaşırmıştım. Elinde bir robot resim koca imparatorlukta eşgal ararken tanıdığı simalar bir süre sonra ordu oluvermiş ama komut komuta bende diye bağırması ne yazık ki orduya hükmetmesine yetmemişti. İkinci el pazarında ne sattığını da pek fazla bilmeden çığırtkanlık yapan tezgahçıların bağırış çağırışlarının arasında hiç bir şey almayacak olmanın da rahatlığıyla sadece dolaşıyor gibiydi. Aradığı eşgalin sahibine ulaşma hevesiyle yordam denilen şeyi unutmuş, unuttuğu için de kanımca artık pek de şansı olmayan bu adam işaret diliyle bu pazardaki herşeyin esas değerinin özverimin pahası kadar olabileceğini söylemişti sanırım.  Bulmak denilen şeyin sadece farkına varmak olduğunu kendisine söyleyecek kadar ne sesim çıkabilirdi o ortamda ne de adamın da beni dinleyecek hali vardı.
         Bu gün olduğum kadar değil ama biraz acıkmıştım o zamanlar ve doyuyormuş gibi hissetikçe fark ettim ki bilgi kendisini kullananı daha da bir acıktırıyor. Gene o günlerde gördüm ki zaten kimsenin canı da o anda en kolay ulaşabileceği fast fooddan başka bir şey çekmiyor. Ne yiyelim diye bile kimse sormuyor. Acıkıldığı anda açlığı bastıracak herhangi çiğnenebilirlik ve tabi ağıza sığabilirlik yeterli geliyor çoğumuza. Makarnanın yanında melemen hemen arkasından da pilakiyi kepçeyle boca ediverince tabled’hote tepsisine sadece boş masa arıyor sadece acıkmışlığını duyumsayan ısırgan. Ulaşamayacağını aşeren zavallı içinse ulaştıkları; aşerdiklerinin ornatması* olarak geçiyormuş bulmacalarda. Peki ya ulaşabileceğine ulaşmak için yola çıkana ne demeli? E onunla da dalga geçilmeli tepsinin dibini sıyırıken. Bu gülüp eğlenenlerin önünden geçerken kızardığımı hissetmiştim hatırlıyorum. Umarım sadece aç aç yürümeme gülüyorlardır diye düşünüp ne kadar yakınında olursa olsun eğer tanımıyorsa niteliğini; yanında duranın ne anlamı var ki herbirimiz için diye teselli etmiştim kendimi. Henüz tasarlanmamışa özlem duyulamayacağı gibi almaya çalışmadan da arzulamanın bir süre sonra geçecek bir sancı olduğunu yazdım duvara…. Onlar hala gülmeye devam ediyorlardı.
         Artık oradan geçmiyorum hala gülüyorlar mı onu da bilmiyorum..





* Ornatma: Bir şeyin yerine başka bir şey koymak