26 Ağustos 2013 Pazartesi

KRALLAR ve GÖZDELER


          Kendi düşler, beklentiler ve umarlarımızın sınırlarını belirlediği ve kendimizden başka hiç kimsenin varlığını bilmediği ama bizim, varlığından şüphe duymadığımız haritada ise yerini hiç bir zaman gösteremediğimiz adeta yüzer bir ada olan gittikçe büyüyen ülkemiz, toprağımız bizim krallığımızdır. Böyle belirlersek krallıklarımızın sınırlarını, sınırın kendiliğinden esnekliği hatta sınırının sınırsızlığı ve haritayla belirlenemeyişi her gün yeni haritacı ve plan koteci gerektirmesi de doğal olarak içindeki değerlerin göstergesiz ve görece değerleri üzerinden belirlenmesindendir diyebiliriz. Bu krallığın yönetiminde varlığımızı kendisiyle değiştirebileceğimiz ya da biraz daha megalomanyakça ama gerçekçi bir yaklaşımla varlığımızı varlığıyla eşleştirdiğimiz süreksiz şeylerin az da olsa piyasa değerleri üzerinden güç sistemimizi ya da kolluk kuvvetlerimizi oluşturmak en büyük hatamız oluveriyor. Sorsan ülkeyi yönetecek beceride olup, yanında bir çırakla basit bir bakkalı bile idare edemeyecek durumda olan insanların kendi krallıklarının da farkına varmaları, farkına vardıktan sonra (varamıyorlar ya hadi diyelim vardılar) o krallığı yönetmeleri doğru kolluklar doğru idari kadrolar ve stratejiler üretmeleri mümkün mü? Kimse krallık müessesesini sadece haremlerden ganimetlerden ve oburca yenilen ziyafetlerden ibaret sanmıyordur herhalde…. Savaştan kaçınmayan, zaferlerle onurlanış ama yenilgilerle de güçlenmiş, maceraya, tehlikeye hatta acıya bile gereksinmesi olan, az sevilen çok seviliyormuş gibi görünen, zorlayıcı ve kararlı adamın işidir krallık. Kendi kendimizin iç kuvvetlerinden de oluşsa her zaman her krala karşı bir muhalefet vardır gizliden gizliye, ve aslında en zorlu muhalefettir kendi içimizden kendi dürtülerimizle oluşan muhalefet. Tüm bu olumsuz koşullara, üst yönetimin sert havasına sıkıntısına stresine de katlanmanın yolu eğer krallıktan vaz geçmeyeceksek ya kafayı güzelleştirmek ya da ayık kafa önkoşul olduğu durumlarda olsa olsa cariyeler olur heralde.

          Dionizyak bir ruh haliyle sınırımın içine doluşturduğum her türden tasarım ve nesneleşmiş tasarım ürünü cariye tanımıma girer benim ülkemde. Bu yüzden karşımda gördüğüm ve ülkesinin kralı diyebildiğim tüm kralların da böyle olduğunu varsayarım. Bu cariyelerin bir kısmı işlerini öyle iyi bilirler ki (yaratılışları öyledir) kralının yanında sırnaşıktır, çok fazla yaklaşmaz, fısıltılı konuşur duymak için kral ona yaklaşır, sonrasında ise demin değindiğim gibi varlığını (verdiği hazla) varlığıyla değiştirebilecek kadar sanal bir aleme götürür kralını.

           O yüzdendir ki krallığa yeni dahil edilmiş bir cariye belirli bir sure için gözde oluverir hemen. Bu karmaşık dürtülerle, çevresindeki başka şeyleri ve herşeyi gözdesi üzerinden algılayan, hisseden, önce diğer olanları küçümseyen sonra gene diğerleri gözdesi üzerinden yücelten kralın yaşadıkları; ne kadar da yoğun, tarifsiz, sadece ruhhali olarak adlandırılmaya yönlendiren, akılla biraz anlaşılabilir ama çoğu zaman hoşgörülmesi gerekip akılsızlıkla suçlanan yaşama halidir. (deneyim desem değil tecrübe desem değil kelime bulamadım yaşama hali diyebildim) Ah şu gözdeler sahip oldukları kuşatıcı özelliği anlamaya çalıştıkça kendisinden soğuturken, bir yandan da kralının ruhundaki boşluğu öyle hissettirir öyle reklam ederler ki; halk kendi arasında kralıyla ilgili konuşmaya hurafeler yaymaya başlar. E ne de olsa kraldır, edebiyatta bile yer bulamayacak türden yaşadığı bu tutkuyu, kimse akılla, mantıkla yargılama işine kalkışamaz. Halk ancak kendi yaşantısına dair tutkularını böylesi yoğun yaşamadığı ve yaşayamayacağı için mahkûm eder, yüksek ego alçak ahlakla kendi küçük tutkularına yön verir, duygularına şartlar koşar ve bu durum sonucunda gerçekleşecek tüm suçların yargılanmadan beraat ettiği mahkemenin hem hakimi hem mübaşiri, hem sanığı hem de tanığı olur.

          Hangi kral olduğu farketmez ben hep gözde kalacağım….. Bu kral boşarsa başka kral bulurum, bu ülke olmazsa baska bir ülke olur n’olmuş? Günümüzden 300 yıl önce söylenmiş olması olası bu ifade; henüz yirmilerine varmamış sahibi genç kızı yadırganası bir fert yapar mı? Yoksa o günün koşulları için gayet doğal bir var olma mücadelesi denip önemsenmeyerek geçilecek bir ama bugün biri ya da bir meta böyle bir cümle kurmayı geçtim; yakın bir düşünceyi aklından geçirse veya böyle bir anlam taşısa manen darağaçlarını kurar her türden dışlama tedbirini alır mıyız?

          Bu sorunun cevabı tasarımdaki en kaygan öğe olan anlam’ a gelip dayanıyor bence. Tasarımdaki anlamı oluşturan unsur tek başına tarif edilebilecek bir unsur olmasa gerek. Kanımca anlam genellikle bir çok etkenin birlikte kristalleşmesi sonucu oluşur ve oluşmuş olan anlam çok zor çözünebilir ama muhakkak çözünebilir. Birleşim öğelerinin değer kaymaları anlamın da değerinin değişmesine sebep olabilir. Bu da krallığımızdaki gözdelerin zaman zaman yer değiştirmesine sebep olur ki bu da krallığa sahip olmanın tadı tuzu değil midir? Belirli koşullarda bir cariyenin diğerinin sınır dışı edilmesine bile sebep olur ama o cariye de bilir ki sürekli gözde olması pek mümkün değil. Başta zaman faktörü olmak üzere yeni kelimesinin (yazarken bile cana can katıyor) taşıdığı taşıyabileceği tüm anlamlar gözdeyi gözden düşürüp başka bir cariyeyi gözde yapmaya yetmez mi?

          Krallığımızın sınırları esnektir demiştim ya hani yazımın başında; bu sınırların her hareketinde anlamlıların anlamı değişmek zorundadır. (aslında bu durum karşılıklı etkileşim nedeniyledir ya neyse o başka bir yazı konusu…) Belirli durumlarda ülkenin bir bölümünde bastırılan bir isyan, alınan politik bir karar veya kraliyet ailesi içindeki ailevi bir tartışma kralın kuvvetini göstermesini, bu da daha ileride olması muhtemel başka bir olaya karşı koymak için daha da güçlenmesini gerektirir. Kral eğer kendi kaderini yazma işine koyulmuşsa ve krallığının gücünün farkındaysa krallığında kendisinden başka hiçbir gücün egemenliğine izin vermeyecek ve gözdelerini değiştirme yoluna gidecektir. 

          Günümüzün kapitalist ekonomisini mi anımsattı size de?




16 Ağustos 2013 Cuma

DİNLE KÜÇÜK ADAM


1946 yılında Wilhelm REICH tarafından yazılmış olan Dinle Küçük Adam isimli kitaptan bir derleme yaptım. Umarım yaklaşık 70 yıl önce yazılmış olan bu toplumsal tepki kitabındaki eleştiriler günümüz toplumu için geçerli değildir.

Dinle küçük adam;
Binlerce yıl boyunca iyi kötü akıl veren, sana yol gösteren oldu. İçinde bulunduğun zavallılığın nedeni sana gösterilen yolların iyi olmamasından değil, senin küçük beş para etmez bir adam olmandan geliyor.
Bu dünyaya bir rastlantı sonucu gelmişsin ve geldiğin gibi sessizce gideceksin. Neden bağırıyorsun böyle biliyor musun? Korkuyorsun da ondan. Bedeninin kaskatı kesildiğini ve giderek kuruduğunu hissediyorsun. Çünkü içinde yaşamı duyma yetisinden yoksunsun; çünkü içindeki sevgiyi daha doğmadan öldürüyorsun, hiçbir canlı ifadeye hiçbir özgür doğal davranışa karşı hoşgörülü davranamazsın, doğallığa dayanamazsın çünkü. Dayanamadığın için de, korkuyor ve şunu soruyorsun:  bilmem ne bey ne der? Bakkal efendi ne düşünür acaba?
Sana göre bankadaki hesabın gerçeklikten ve öğrenmekten çok daha önemlidir. İşte bu yüzden çok küçük ve sefilsin küçük adam. Sen yalnızca çorbaya kepçe daldırmayı bilirsin, yalnızca almasını bilirsin sen. Bir şey yaratamaz, veremezsin. Sendeki alma eyleminin temelde yalnıza bir anlamı var: kendini büyük bir oburluk içinde parayla doldurmak istiyorsun, çünkü kendini boş, aç, mutsuz hissediyorsun küçük adam, gerçekten öğrenmek istediğine inanmıyosun. Yine aynı nedenle gerçeklikten kaçıyorsun.
Şimdi anlıyor musun mutluluk neden senden kaçıyor? Mutluluk uğrunda çalışılmasını gerektirir; mutluluk gökten yağmaz kazanılır. Oysa sen mutluluğu yalnızca yalayıp yutmak istiyorsun; bu yüzden senden kaçıyor, senin kendisini kemirmeni, yutmanı istemiyor.
Türkü söyleyemezsin, taraflı marşlar bağırırsın. Kadınları kucaklamazsın, onların üstüne çıkarsın, gecede şu kadar sefer şunu şunu yaparsın. Benim gerçeğimin karşısında ise yapabileceğin hiç bir şey yok küçük adam. Olsa olsa geçmişte pek çok gerçek dostuna yaptığın gibi idam edebilirsin beni.
Küçük bir adam olarak en yakınlarına bile şöyle dersin: hıh keşifmiş, bıktım senin keşiflerinden herkes gibi gidip bir yerlerde çalışsan olmaz mı?  Kendi görüşünü böyle empoze etmekten sakınmazsın, çocuğuna, eşine inanmazsın ama gazetelerde yazılanlara anlasan da, anlamasan da olduğu gibi inanırsın.
Bir kedi matematikten ne anlarsa, Goethe’nin Faust’undan da sen onu anlarsın ancak. Öylesine aptal, yararsız, boş ve hayvansı bir yaratıksın sen işte küçük adam. Temel olan şeyden sıyrılmayı ve yanlışları benimsemeyi çok iyi beceriyorsun.
Belli bir amaca varmak için her türlü aracın, aşağılık ve alçaklıkların, çirkin yöntemleriin bile geçerli olduğunu sanıyorsun. Yanılıyorsun, amaç ona varmak için yürüdüğün yoldadır. Bugün attığın her adım, senin yarınki yaşamındır. Hiçbir büyük amaca, kötü ve aşağılık yöntemlerle varılamaz. Yüzyıllar sonunda yolunu sapıtacaksın. Sonra yavaş yavaş giderek, karanlıkta yolunu bulmaya çalışan biri gibi, dostunu yani yaşamın sevgi ve bilgi üzerine kurulduğuna inanan adamı aramayı öğreneceksin, onu anlamayı ve ona saygı duymayı öğreneceksin. Bundan sonra yaşamın için kitaplığın futbol maçından daha önemli olduğunu, ormanda düşüne düşüne yürümenin, sokaklarda tören yürüyüşü yapmaktan daha önemli olduğunu, iyileştirmenin öldürmekten, sağlıklı bir özgüvenin ulusal bilinçten, alçakgönüllülüğün nara atmaktan daha iyi olduğunu anlamaya başlayacaksın.
Akıl istiyorsun ne yapayım diyorsun: sana önerilerde bulunabilirim yol gösterebilirim ama sen sen olduğun ve belli bir düşünme biçimine sahip olduğun için duyduklarını herkesin çıkarına olacak şekilde uygulayacak yetenekten yoksunsun. Canlılık senin gözünde güvenlikten daha büyük anlam taşıdığı zaman yaşamın güzel ve güvenlikli olacak; sevgi paradan önemli, özgünlüğün toplum çizgisinden önemli, duyguların tutarlı olduğunda, özel yeteneklerini zamanında gördüğün ve artık yaşlandığını zamanında kabul ettiğin vakit, öğretmenlere politikacılardan çok daha fazla ücret verildiği an, kadınla erkek arasındaki sevgiye, bir evlenme cüzdanına gösterdiğinden daha büyük bir saygı duyduğun zaman güzel olacak yaşamın.